“Bazı sorular hayalet gibidir”
“Bazı sorular hayalet gibidir, soran kişiler öldükten çok sonra bile hayattayken bulamadıkları cevaplarını ararlar.” Bunların en cevapsızları, savaşa dair olanlar. Zekâlarıyla, donanımlarıyla bir çağa yön verme yetisine sahip bilim insanlarının dümeni nasıl – neden bir felakete doğru kırdığını izah edecek bir teori mesela, icat edilmedi. Edebiyat, sinema, sanat buna bir anlam verme çabasını sürdürüyor.
Yıl 1941, Kopenhag. Niels Bohr ve Werner Heisenberg, yüzyılın en büyük iki atom fizikçisi. İki eski dost, öğretmen – öğrenci, baba – oğul. Artık İkinci Dünya Savaşı’nın iki düşman kutbunda durmaktalar. Hakkında Hitler için atom bombası yaptığı iddiaları dolaşan Heisenberg, yarı Yahudi hocası Bohr’u Nazi işgali altındaki ülkesi Danimarka’da ziyaret eder. O gün Kopenhag’a ne konuşmaya gittiği hep karanlıkta kalır. Onu Almanya’nın nükleer programı hakkında uyarmaya mı gelmiştir? Yoksa ondan Amerikalıların bir atom bombası üzerine çalışıp çalışmadığını öğrenmeye mi? Ve tabii bu görüşmenin bedeli ne olacaktı? Hangi ülkelerin kaderi değişecek, hangi şehirler kurtulacak, hangileri yok olacaktı?
Olan olduğu için sonuncu sorunun cevabını biliyoruz ama her şey başka türlü olabilir miydi, bu her zaman sorulmaya devam edecek. Christopher Nolan’ın “Oppenheimer”ı ‘ilk nükleer bombanın babası’nın cephesine odaklanıyordu. İngiliz yazar Michael Frayn ise 1998 tarihli oyunu “Kopenhag”da tek bir sorudan yola çıkıyor: Heisenberg, Kopenhag’a neden gitti?
Oyunun üç karakteri; Heisenberg, Bohr ve karısı Margrethe’nin hayaletleri. “Dünyanın benim hakkımda hatırladığı iki şey var,” diyor Heisenberg: “Birincisi Belirsizlik İlkesi, diğeri ise Niels Bohr’a yaptığım o ziyaret. Belirsizlik ilkesini herkes anlıyor – veya anladığını sanıyor. Kopenhag ziyaretim ise herkes için gizemini koruyor. Defalarca açıklamaya çalıştım. Ben anlattıkça belirsizlik daha da derinleşti. Şimdi tüm samimiyetimle bir kez daha deneyeceğim. Artık hepimiz ölüyüz, kimseyi gücendiremeyiz; kimseye ihanet edemeyiz”.
Tiyatro eğitiminden önce fizik okuyan Noyan Ayturan’ın Türkçeleştirdiği ve sahneye koyduğu “Kopenhag”, Hausbühne yapımı olarak seyirciyle buluşuyor. Seyirciyi kuantum fiziğinin dehlizlerinde dolaştırırken insana dair değerlere, sorumluluklara, zaaflara, hırslara, iyiyle kötüyü tehlikeli şekilde yan yana barındıran öze dair sorular soruyor. Zekice diyaloglar – ki iki fizikçinin anılarından, mektuplarından yararlanan Frayn bunların gerçek karakterlerin ağzından çıktığını söylüyor – ile ilerleyen parlak, tedirgin edici bir metin. Ayturan üç oyuncusu Umut Beşkırma (Heisenberg), Yaman Ceri (Niels Bohr) ve Burcu Ger (Margrethe Bohr)’in boş bir alanda seyirciye olan biteni anlattığı, olabildiğince sade bir rejiyle yorumlamış oyunu. Bu sadelik zaman zaman çok iyi işlese de bazı anlarda oyuncuların seyirciyle bağ kurabilmek için daha fazla enstrümana ihtiyacı var. Çünkü kendinizi o dehlizlerde karanlıkta bırakılmış hissediyor, her biri ağırlık taşıyan diyaloglar hızla akıp giderken ipin ucunu kaçırabiliyorsunuz.
Bunun dışında tarihe yön veren görüşmeye dair düşündürücü, ufuk açıcı bir oyun. İnsana dair sorduğu sorular da bugün hala cevapsız maalesef.
Kopenhag / Hausbühne
Yazan: Michael Frayn Çeviren – Yöneten: Noyan Ayturan Dramaturg: Melike Saba Akım Yönetmen Yardımcısı: Cansın Asarlı Kostüm Tasarımı: İrem DilaverIşık Tasarımı: Ayşe Sedef Ayter Müzik: Çağrı Beklen Afiş Tasarımı Fotoğraf: Emre Yunusoğlu Oynayanlar: Umut Beşkırma, Yaman Ceri, Burcu Ger